Yalancının Beden Dili, Yalan Söyleyen Hayvanlar, Başıma Gelen SMS Dolandırıcılığı ve Golfçü Birey Tiger Woods
Dr. Lillian Glass, dünyaca ünlü bir davranış analisti, beden dili ve ileştişim uzmanıymış ve FBI dahil olmak üzere çeşitli emniyet teşkilatlarında eğitim vermekteymiş. Uzun yıllar çok satan kitaplar listesinde yer alan “Toxic People” kitabının da yazarıymış ama ben kendisiyle bu kitap sayesinde tanıştım.
Benim okuduğum kitap Paloma Yayınevi tarafından 2015 yılında yayınlanan ilk baskısıydı. İngilizceden çeviren Gizem Yanbolluoğlu, kitabın adını kapağa sığdıramamış olacak ki ilk sayfada önce kitabın tam adını yazmış. Biraz benim o birçoğunuzun sinirini bozduğunu düşündüğüm o uzun başlıklarım gibi aynı: “Yalancının Beden Dili — Küçük Beyaz Yalanlardan Patolojik Yalancılığa — İnsanların Size Her Gün Söylediği Küçük Yalanların, Sahtekârlıkların ve Hilelerin Gerçek Yüzünü Görmek” şeklinde bir başlığa sahip kitap.
Yazar da giriş cümlelerinde şöyle diyor:
“Tüm kalbiyle güvendiği insanın kendisine yalan söylediğini anlayınca şoka uğrayan, acı çeken ve kalbi kırılan insanlara…”
Umarım sizi de kapsıyordur bu cümle. Eğer öyleyse mutlaka okuyun bu kitabı diyorum ve içindekilerden başlıyorum. Bu tarz kitaplarda bazen abartabiliyorum alıntılarımı, çok fazla ayrıntıya girdiğim oluyor. Zaten o yüzden kurgu dışı kitaplarla ilgili bölümler yapamıyordum aylardır ama artık bu günlerde okuduğum beden dili kitaplarıyla bir giriş yapmak istiyorum.
Kitap iki kısımdan oluşuyor ve ilk kısmın başlığı “Yalancıyla Yüz Yüze Gelmek: Kim, Neden Yalan Söyler?” şeklinde ve beş bölümle birlikte yalanın ne olduğu, yalanın bedeli, evrimi ve yalan söyleme sebeplerimizi öğreniyoruz. İkinci kısımsa “Yalan Makinesi Olma Sanatı” başlığını taşıyor ve yalancının beden dili, yüz dili, sesi, konuşma içeriği ve gözlerine kadar bütün ince ayrıntılara giriyor. En sonunda da “Tüm Zamanların En Zehirli Yalancılarının Profili: Psikopatlar/Sosyopatlar” diye bir bölüm yer alıyor.
Yalana ne kadar karşı olduğumu ve yalancılarla pek anlaşamadığımı zaman zaman söylüyorum ama kitabın daha ilk cümlesinden yalanın tam olarak ne olduğunu bilmediğimi fark ettim. Sadece ilk cümle değil, ardından gelen cümleler de yalanın ne kadar tehlikeli olduğunu gözler önüne seriyor:
“Yalan, kasti olarak yanlış bilgi verilmesi ya da doğru bilginin gizlenmesi durumudur. Yalan söylemenin en uç olumsuz sonucu, insanların hayatlarının mahvolması ve hatta sona ermesidir. Söylenen yalanlar yüzünden, hatta bazen tek bir yalan neticesinde, ülkeler işgal edilmiş, savaşlar çıkmıştır.”(s.20)
Bilmiyorum siz farkında mıydınız ama hayvanlar da yalan söyleyebiliyormuş. Bununla ilgili de birçok örnek veriyor yazarımız ama benim en çok hoşuma giden şu olmuştu:
“Başka memelilerin de insanlara yalan söylediği ve onları kandırdığı gözlemlenmiştir. Zekâ seviyeleri oldukça yüksek olan yunusları ele alalım. Deniz Memelileri Araştırma Enstitüsü’ndeki eğitmenler, yunuslara karşılığında balık vererek onları ödüllendiriyordu. Ancak dişi yunuslardan biri ufacık bir balık için o kadar çöpü toplayıp getirmek istemediğine karar verdi. Yaptığı işin karşılığında daha fazla balık almak istiyordu. Bu yüzden topladığı çöpleri havuzun içindeki kayalıkların altına saklayarak sinsice bir kandırmacaya girişti. Sonra çöpleri küçük parçalar hâlinde karaya çıkartarak eğitmene verdi. Bıraktığı her minik çöp parçasının karşılığında balık alarak yediği balıkların sayısını arttırmayı başardı. Aslında, yaptığı işin karşılığında daha fazla ödül alabilmek için yalan söyledi.”(s.39)
Bu bana mesela pek yalan gibi gelmiyor. Daha çok kurnazlık gibi bir şey bu bence. Hemen bu bölümden sonra bir de “Bebek Yalancılar” bölümü var ki orayı okurken de gülümsemenize engel olamıyorsunuz. Ayrıca buradaki örneklere daha aşina olduğunuzu düşünüyorum. En azından anne babalar buna benzer deneyimleri yaşamıştır mutlaka:
“Dr. Reddy’nin araştırmaları, bebeklerin ilgi çekmek için canları yanmış ya da yaralanmış gibi davranabileceklerini de gösterdi. Örneğin Cassie, ayıcığını almak için beşiğinden yere doğru uzandığı sırada yere düşmüştü. Beşiğinden aynı sebepten dolayı defalarca düşmüş olmasına rağmen daha önce hiç ağlamamıştı. Bu defa da ağlamadı, ta ki başını kaldırıp annesinin onu izlediğini görünceye kadar. İşte o zaman çok kötü yaralanmış gibi birdenbire ağlamaya başladı. Annesi onu kucağına aldığı anda, tabii bu ‘ağlama krizi’de birden bire sona erdi. Özünde, bebeklerin ağlamasının altında yatan temel neden, çevrelerini kontrol etmek ve ihtiyaç duydukları ilgi ve şefkati görmektir.”(s.40–41)
Yine kaderin cilvesi mi denir artık ne denir bilmiyorum ama ben tam şu satırları okumaya başlamışken bakın ne oldu: Kargomun eve ulaşmadığı ve adresi güncellemem için bir linke tıklamam gerektiğini söyleyen +22'li bir numaradan sms geldi. Halbuki yaptığım bir alışveriş yoktu, daha doğrusu gelmesi gereken kargo biraz gecikmişti ama iki gün önce gelmişti. Yeni bir kargo beklemediğim gibi onlar da mesaj atsa böyle numaralardan atmazlardı. Üstelik bir de link atmışlar, hem de kısaltılmış bir link. Düpedüz sahtekârlık, hani o bizi sürekli uyardıkları tıklamayın denilen tuzak mesajlardan. Aslında bilinçli bir insan olarak o numarayı ve mesajı emniyet güçlerine falan bildirmem gerekirdi ama maalesef bizde bu süreçler çok sağlıklı işlemiyor biliyorsunuz. Muhtemelen hiçbir işe yaramayacağı için sildim ben de mesajı. Çünkü insan bunun ne kadar dolandırıcılık için atıldığını bilse bile meraktan tıklayabilir o linke ya da yanlışlıkla da tıklayabilir. Ayrıca şu satırları okurken böyle bir mesaj almak da çok garip değil mi, beni izliyorlar mı takip mi ediyorlar artık ne yapıyorlar bilemiyorum. Hemen onlara da diyeyim bari bir de beğensinler, paylaşsınlar. Çok makbule geçer.
“Eğer birisi e-postanıza uzaktan bir akrabanızın öldüğünü, size milyonlarca dolar miras bıraktığını ve yapmanız gereken tek şeyin banka bilgilerinizi vermek olduğunu söylerse, hemen ‘sil’ tuşuna basın. Benzer şekilde, bir kişiden yabancı bir ülkede parasız veya kimliksiz kaldığını ve sadece sizin ona yardım edebileceğinizi, bunun için ona para göndermenizi söyleyen bir e-posta alırsanız, dediğini sakın yapmayın. Dünyada birçok insan yerine neden sizinle iletişim kurduğuna ilişkin sayısız neden sunsa da sakın bu tuzağa düşmeyin. Başka ülkelerde elçilikler kurulmasınnı nedenlerinden biri de, bu gibi zamanlarda insanlara yardım etmektir. İhtiyacı olan birine yardım ederek merhametli davranmış olacağınızı düşünebilirsiniz ancak bunu yaptığınız takdirde dolandırıldığınızı çok kısa bir zaman içinde görürsünüz. Kulağa gülünç gelebilir ancak tüm dünyada kaç insanın bu şekilde dolandırıldığını ve hesaplarının boşaltıldığını duysanız çok şaşırırsınız.”(s.65)
Peki bir yalancıyla karşılaştığımızı nasıl anlayabiliriz? İşte size yazarımızdan birkaç ipucu:
“Onunla yüzleştiğiniz zaman kem küm ediyorsa, önceden ortaya koyduğu şeyle hiç alakası olmayan, fazla detaylı ve hararetli bir yanıt veriyorsa ya da (ki asıl sorun burada) savunmaya geçiyorsa; büyük olasılıkla saklayacak bir şeyleri var demektir. Bu tarz bir insana soru sorduğunuzda ve aynı soruyu daha sonra farklı bir şekilde sorduğunuzda, genellikle farklı bir yanıt alırsınız. İşte bu durum, o insandan uzak durmanız gerektiğini gösteren, kocaman bir tehlike işaretidir. Tedbiri elden bırakmamakta fayda vardır.”(s.67)
Ayrıca neredeyse her tanıdığımdan duyduğum bir şey var o yüzden paylaşmak istiyorum: Hepsi imla ve dilbilgisi hatalarına katlanamadıkları ve mesajlaşırken bile bunlara çok dikkat ettiklerini söylüyorlar. Nerede bu güzel yazan insanlar merak ediyorum, arada bir bana da yazın lütfen! Bizim sitenin grubunda, “aytatları ödeyin” falan yazıyor yönetici. Gerçekten bunu görünce anlamadım bir an için, aytat ne ola ki acaba diye düşündüm. Geçtim yani ben artık imladan, dilbilgisinden. Ama kitapta geçtiğine göre sandığımdan daha önemliymiş bu mesele:
“Hepimiz zaman zaman imla ya da dilbilgisi hataları yapabiliriz ancak bir insanın yazılarında bu tarz hataların sürekli tekrarlanması disleksi gibi problemlere işaret edebilir. Bu durum büyük ihtimalle birçok insan için üzerinde durmayacak kadar önemsiz bir konudur, zaten en zeki ve yaratıcı insanların bazılarının disleksiden mustarip olduğu da bilinen bir gerçektir. Ne var ki, bu durum örgün eğitim alınmadığını da gösteriyor olabilir ki eğer karşınızdaki kişi size üniversite eğitimi aldığını söylemişse problem var demektir. Yakın zamanda yapılan bir araştırmaya göre, fiillerin zaman çekiminde çok fazla hata olması, karşınızdaki kişinin bir sosyopat olduğunun kocaman bir belirtisidir.”(s.71)
Kitabın ilk kısmının sonlarına doğru fotoğraflardaki yalanları nasıl anlayabileceğimizden bahsediyor yazar ve ben oraları zaten artık herkesin bildiğini düşünüyorum. Ayrıca “Sanal Yalancılar” bölümünde daha çok bu arkadaşlık siteleri ya da uygulamaları mı demek gerekir bilmiyorum, ikisi de var sanırım. Ben çok anlamam böyle şeylerden diyeceğim şimdi demeye de korkuyorum bu kitaptan sonra, size de artık yalan söylemeye gelmez çünkü. Hemen yakalarsınız maazallah.
Sadece ikinci kısma geçmeden önce kitapta da büyük harfle bize bağırır gibi yazılmış şu cümleyi paylaşmak istiyorum:
“DOĞRU SÖYLÜYOR GİBİ GÖRÜNMÜYORSA, YAZDIKLARI DOĞRU GİBİ DEĞİLSE… DOĞRU DEĞİLDİR!”(s.80)
“Çevrimiçi okuduklarınızı ve gördüklerinizi olduğu gibi kabul edin” diyor yazar devamında, “olmasını istediğiniz gibi değil.” diye ekliyor. Neyse yeter bu kadar uyarı diye düşünüyorum ve hazırsanız hepinizin birer yalan makinesi olmasını sağlayacak bölümlere geçiyorum! Nasıl? Yakalayabildiniz mi yalanı? Pek doğru gibi görünmüyor değil mi? Öyle kolay değil tabii bu iş, bir podcast dinleyip, birkaç satır okuyup olacak şey değil.
Birinin yalan söyleyip söylemediğini anlamak için önce onu dinlemeniz gerektiğini söylüyor yazar. “Hadi canım, gerçekten mi?” diyesi geliyor insanın değil mi? Ama aslında karşımızdakini çoğu zaman dinlemediğimizin farkında değiliz ne yazık ki. Hani aktif dinleme diyorlar ya, işte onu yapmak öyle kolay değil ve konuşmaktan daha çok dikkat gerektiriyor. Neyse konu o değil şu an, önce dinleyeceğiz karşımızdakini. Sonra da ilk iş olarak nefesine dikkat etmemiz gerekiyormuş. Çünkü şöyle bir araştırma sonucu varmış:
“Bir kişi karşısındakini aldatmaya teşebbüs ettiği sırada, nefes verirken yanaklarındaki havayı ani bir şekilde üfleyerek çıkardığını sıklıkla görürsünüz.”(s.87)
Bunun önemli bir ipucu olduğunu söylüyor yazar. Bu arada yalan ve beden dili demişken, “Lie to me” dizisini seyretmediyseniz, onu da tavsiye edeyim hemen aklıma gelmişken. Özellikle mikro ifadeler üzerine kaynak niteliğinde bir dizi.
Yazarımız da yalan söylerken yüzün kızarması, terlemesi gibi genel geçer herkesin bildiği şeyleri söyledikten sonra daha az duyulduğunu düşündüğüm şu bilgiyi veriyor:
“İnsanlar birilerini aldatma teşebbüsünde bulunduklarında, duruşlarında ani değişiklikler fark edersiniz. Genellikle vücutları kasılır, her iki omuzları da sertleşerek öne doğru eğilir. Bu arada başları da hafifçe öne doğru eğilebilir.”(s.92)
Bir de yalanı yakaladığımızda gerçekleşen hareketler var ki bence onlar da çok önemli. En basitinden şunu aklınızdan çıkarmayın bence:
“İnsanlar yalan söylerken yakalandıklarını hissettiklerinde tüm vücutlarını aniden, otomatik olarak ve kontrol edilemez bir şekilde geri çekerler.”(s.98)
Sürekli kıpırdanmak ya da hareketsiz kalmak yalanın işareti olabildiği gibi başı geriye atmak da bir yalan işaretiymiş. Bunlarla ilgili kitapta birçok fotoğraf da var. Özellikle O. J. Simpson’ın çok fazla fotoğrafı var. Ünlülerden de örnekler veriyor yazar sürekli. Hatta bazen sanki bir magazin programının yayın akışını okuyormuş gibi hissettim. Gerçi bunlar daha çok Amerika’dan örneklerdi. Ama tabii ben yine bana bu kadar hitap etmeyen acayip bilgilerinin arasından dikkatimi çeken bir cümle bulup çekip çıkardım sizin için:
“Vicdanı olan bir insan, yalan söylerken yakalandığında ya da hoşuna gitmeyen bir gerçekle karşılaştığında, genellikle otomatik olarak başını öne eğer. Bu, sıklıkla pişmanlığın ve utancın bir işaretidir. Tiger Woods, eşini aldattığı için ‘özür’ dilemek üzere 2010 yılında bir basın toplantısı düzenlediğinde, neredeyse tüm toplantı boyunca başını öne eğmişti.”(s.105)
Örnek yine magazin kokuyor, ben Tiger Woods’un sadece golfçü olarak biliyorum. Golf sporcusu, golf bireyi, artık her ne deniyorsa onlara. Herhalde aramızda onun büyük hayranı olan yoktur ve beni bu sözlerim yüzünden eleştirmez. Gerçi kötü bir şey demedim ama işte bu hayranların ne yapacağı belli olmuyor. Ah şu politik doğruculuk, geçen bölümlerin birinde de bilim adamları deyip durmuşum. Ama bize öyle öğrettiler çocukken, şimdi bir anda değiştiremiyor ki insan. Bir de kötü niyetle söylemiyorum ki bunu, yani kadınlar bilimde ilerleyemez ya da bilim insanları genellikle erkektir gibi bir şey söyleme niyetim yok. Bir de yazarken bunları daha çok fark edebiliyorum ama böyle konuşurken olmuyormuş, onu anladım. Neyse şu soruyu sorarak döneyim kitaba. Sözler ve beden dili uyumsuz olduğunda, hangisine bakmak gerekir?
Bunu sorunca da başımdan geçen o saçma olay geldi aklıma. Hani şu yeni metrolardan biri var ya, Kirazlı’dan kalkan. M7 mi, 8 mi rakamını bilmiyorum ama yeni derken eski havaalanından geçene kıyasla diyorum. Son yapılan metrolardan biri değil tabii ama yine de yeni yani bana göre. Neyse onla üç-dört durak gitmem gerekiyordu. Uzun zamandır da binmemişim, ineceğim yer dışındaki durakları hiç bilmiyorum. Neyse ki anons sistemi çalışıyor, kadının sesine odaklandım yol boyunca. Kulaklığım da takılı tabii her zamanki gibi. Kim bilir ne dinliyorum, kafam da orada bir yandan. Sonra bir baktım kadın benim ineceğim durağın adını söylüyor. “Allah Allah” diyorum, çok erken geldik sanki, metrodaki o ekrana bakıyorum, bambaşka bir durağın adı yazıyor. Hemen kapının üstündeki durakların listesine bakıyorum, inmem gereken duraktan bir sonrası. İyice afallıyorum ve nihayet kapıdan dışarıya, duvarda yazan durak ismine bakmak aklıma geliyor ve inmem gereken istasyondan bir önceki durakta olduğumu anlıyorum. Ama kafam karışıyor bir an için, “Ulan hangisi doğru acaba?” diye soruyorum kendi kendime. Gerçekten bunu düşündüm o an çünkü anonsun yanlış olduğu durumlara denk gelmiştim daha önce ama o zaman da ekran ya anonsla aynı olurdu ya da doğruyu gösterirdi. Şimdi biri bir sonraki durağı söyleyip, öbürü bir önceki durağı gösterince, kapının dışında duvarda yazanın da yanlış olabileceği gibi salakça bir düşünce geldi aklıma. İnsanın böyle kafası karışabiliyor bazen ama sorduğum soruya dönecek olursam, cevabı içgüdüsel olarak biliyorsunuz bence. Tabii ki sözler ve beden dili uyumsuzsa beden diline güveniyoruz. Çünkü yazarın deyimiyle, vücut genelde yalan söylemez.
Bana göre en ilgi çekici başlıklardan biri de “Kandırmanın Hazzı — belli belirsiz, kısa süreli, uygunsuz gülümseme”ydi. Yalancıların karşı tarafı kandırdığını hissettiğinde yaşadığı ve bir mikro ifade denebilecek kadar kısa süreli bir mutluluk yaşaması durumu, bana çok ilginç gelmişti. Yalancının bizi kandırdığı yetmiyor bir de buna seviniyor diye düşünüp sinir olmuştum. Ama bu bize yalanı yakalama konusunda yardımcı olacaksa, o zaman kızmak yerine belki biz de sevinmeliyiz.
Bu arada yazarın bu başlık altında verdiği örnek bence bu duruma pek uymuyordu. Ayrıca bu ünlü ismi daha önce bir bölümde de söylemiştim ama yazmanın çok zor olduğundan bahsetmiştim. Terminatör’ün hatrına bizim nesil sever zannediyorum bu adamı ama o da bir hayal kırıklığına neden oldu bende. Çünkü yazarın verdiği örnek şöyle:
“Bir insan üzgün, ciddi ya da mutsuz olması gereken bir anda birdenbire gülümserse, buna ‘kandırmanın hazzı’ denir. Bu insan aslında, mutluluk söz konusu bağlama uygun düşmese de mutlu olduğunu dışa vurmaktadır. Bir ünlünün yaşadığı ‘kandırmanın hazzı’na ilişkin belki de en rahatsız edici örnek, Arnold Schwarzenegger’ın 60 Minutes programında verdiği röportajda, aldattığı eşi Maria Shriver ve hizmetçisinden olan gayrı meşru oğlu hakkında konuştuğu sırada yaşanmıştır.
Röportaj sırasında muhabir Leslie Stahl Arnold’un üzerine giderek, ‘Kitabınızda, filmde oynayan aktristle ilişki yaşadığınızı yazdınız. Maria’yı aldattınız,’ demişti. Arnold bunun karşılığında pişmanlık duyacağı ya da ciddi bir yüz ifadesi takınacağı yerde başını sallayarak kendini beğenmiş bir şekilde gülümsemişti.”(s.166)
Ben bunu hiç bilmiyordum, zaten genel olarak kitapta bahsedilen örneklerin çoğunu hiç duymamıştım daha önce ama okurken bu görüntü geldi gözümün önüne. Yani ne bileyim, Arnold, hep aynı mimiklerle ve tuhaf aksanınla o kadar film çekmişsin, yetmemiş bir de vali falan olmuşsun, düştüğün şu hallere bak. Bir de bunu kendi kitabında yazmış! O da apayrı bir olay. Ama daha fazla eleştirmeyeceğim onu çünkü biliyorum, aramızda onun hayranları var. Ben bildiğiniz gibi daha çok Rocky’ciyimdir. Onun adını söylemesi de yazması kadar zor olduğu için bana göre en iyi filminin adını söylüyorum sadece. Tabii ki ilk filmi. Hatta yeni bir dizi de yapmıştı kendisi, ben de merak edip seyretmiştim hemen. Tulsa King miydi neydi. Güzeldi aslında, niyeyse tutmadı ilk sezonda final yaptılar hemen.
Neyse gelelim sese. Tiz ses, pes ses, fazla alçak ses, fazla yüksek ses, yavaş yavaş alçalan ses… Bunlar hep yalan işaretleriymiş. Göz, burun ve çene hareketleri için de bunun gibi neredeyse her durum için hep yalan işareti demiş yazar. Daha doğrusu her iki uç durum da yalan belirtisiymiş. O yüzden oralardan pek bir alıntım yok. Her şeyin fazlası zarar derler ya, o misal bir hareket aşırıya kaçıyorsa orada yalan olması muhtemel. Bence şu satırları unutmasak iyi olur çünkü hepsinin özeti niteliğinde:
“Vücudumuz ne zaman yalan söylediğimizi bilir ve bu nedenle yalanı fiziksel olarak durdurmaya çalışır. Yalan söylerken nefes alışverişlerimizdeki değişimler, kelimelerin ağzımızdan rahatça çıkmasını engeller. Buna ek olarak, konuşurken boğazımızdaki kaslarımız kasılarak hava basıncında eksikliğe neden olur. Bu nedenle, birisi konuşurken cümlelerinin bitmesine yakın kelimeleri duymakta zorlanıyorsanız, ‘yuttuğu’ kelimelerin bir şey hakkında yalan söylediğinin bir göstergesi olabileceğini unutmayın.”(s.180–181)
Okurken şu cümleleri de benim için yazmış gibi hissettim. Ben böyle sürekli pozitif olan insanların varlığına inanmak istiyorum ve çevremde her zaman böyle enerjisi yüksek insanlara ihtiyaç duyarım ama bakın yazarımız bizi nasıl uyarıyor:
“Hiç kimse sürekli iyi, mutlu ve neşeli olamaz. Bu nedenle sürekli böyle olan biriyle karşılaşırsanız, kaçın. Elinizden geldiği kadar hızlı ve uzağa kaçın. Bu tarz insanlar genellikle oldukça pasif-agresiftir ve içlerinde büyük bir öfke barındırırlar. Onların şeker gibi kronik tatlı sesi, derinlerde gerçekte nasıl hissettiklerini saklayan bir maskedir. Genelde sinsidirler ve tatlı ses tonlarıyla başkalarından bilgi toplayıp bu bilgiyi onların aleyhinde ya da kendi çıkarları için kullanırlar. Bu anlamda, onlar bütün yalancılar arasında en manipülatif olanlardır.”(s.187)
Vay be, aslında bunu da hayat bize öğretiyor yediğimiz kazıklarla ama burada biraz da tatlı bir ses tonuyla konuşan insanlardan bahsediliyor. O güzel ses tonunda bir samimiyetsizlik varsa zaten bunu bilinçaltında bile olsa seziyorsunuz ve o zaman için evet, katılıyorum yazara. Ama yine de biraz ağır olmuş bu sözler.
Bir de şu hızlı ve telaşlı konuşanlar var. Gençler oluyor genelde, rap yapar gibi konuşuyorlar resmen. İnsan dinlemeye çalışırken yoruluyor. Onlar için de şöyle bir bölüm var kitapta:
“Bu tarz insanların hayatlarında genelde arka arkaya krizler meydana gelir ve onları çözmek için sizin yardımınıza ihtiyaçları vardır. Sesleri neşeli ve ikna edici bir tonda çıktığı için, kolayca onların yalanlarına kanarsınız; ne de olsa yardım etmek istersiniz.”(s.188)
Yazarın genel olarak her zaman ve herkese karşı unutmamamız gereken şu nasihatini de paylaşmak istiyorum:
“İlginin merkezinde olmak, her şeyi ve herkesi kontrol etmek isteyen bu insanların ya hiç ya da çok az sınırları vardır. Önce kendinizi düşünün, çünkü onlar sizi düşünmezler.”(s.189)
Sınırlar, diye çok güzel bir kitap vardı, şimdi o geldi aklıma. Hemen bunlardan sonra geliyoruz benim en sevmediğim insan tipine. Üstelik bu bölümleri böyle doğaçlama yapmaya başladığımda ben de istemeden bu tiplerin arasına dahil olduğumu ses kaydının montajını yaparken fark ettim. Resmen Ben Fero gibi, hece hece konuşmuşum. Benimkisi heyecandan ve aklıma gelenleri düzgün bir şekilde ifade edebilme çabasından kaynaklanıyor arkadaşlar. Yoksa yalan söylediğimden değil yani. Bana zaten normal hayatta da pat diye bir şey sorarsanız ne diyeceğimi bilemem, far görmüş tavşan gibi kalırım öyle. Biraz da bunu yenmek için böyle metne bağlı kalmadan konuşarak yapmak istedim bu bölümleri. Hem ilk bölümlerde sürekli gelen “okuduğun çok belli oluyor” eleştirisini dikkate almış olurum hem de belki alışırım rahat konuşmaya diye düşündüm. Bilmiyorum ne kadar iyileşti durum ama kötüye gitmiyordur zannediyorum. Neyse, ne diyorduk: Kısa ve kesik konuşanlar, evet.
“Fazla tane tane ya da kendinden fazla emin ve dalgalı bir üslupla konuşan insanlar, genelde katı, inatçı ve kendini beğenmiş olur. Boyun eğmek ve taviz vermek zor geldiği için, genellikle kendilerini durumun akışına bırakamazlar. Öğrencilerine nasihat veren, onlarla kısa, basit kelimelerle ve abartılı bir tavırla konuşan ilkokul öğretmenlerine benzerler. Başkalarını sindirmek ve kendilerini haklı çıkarmak için bu kısa ve kesik, ukala tonda konuşurlar.”(s.189)
Psikopat ve sosyopatlar bölümünde yakın geçmişte dizisi çekildiği için bildiğim Dahmer ve onun gibi daha birçok suçludan bahsediyor. Ben onu seyretmedim ve seyredeceğimi de düşünmüyorum. Pek hoşlanmam o tarz dizilerden diyeceğim ama Dexter ve Hannibal’ı onlardan ayrı tutuyorum. Onlar efsane derecesindedir benim için. Seyretmediyseniz öneririm. Hatta yıllar geçip iyice unutunca bir gün tekrar başlayabilirim o dizilere. O derece kaliteli yapımlar. Müzikleri de çok iyidir, hâlâ dinlerim bazılarını. Neyse işte o bölümden şöyle bir alıntım vardı onu diyecektim aslında, yine konu dağıldı:
“İnsanlar gerçekten ağlarken, bir anda gözyaşı döküp, hemen ardından nötr ya da mutlu bir ruh hâline geçmezler. Farklı bir duygunun yerleşmesi için bir duraklama ya da geçiş süresi gerekir. Psikopatların bu geçiş süresine ihtiyacı yoktur, çünkü saniyenin binde biri kadar kısa bir sürede ağlamaktan gülmeye geçiş yapabilirler; bu da aldatmanın başka bir göstergesidir.”(s.229)
Dexter’ı ve Hannibal’ı o kadar övdükten sonra şu satırları okumak da kötü hissettirdi şimdi. Korkunç bir durum bu aslında ve bu tarz kişilerle sadece muhatap olma düşüncesi bile insanı tedirgin etmeye yeter bence. Biraz fazla bilgi vermiş olabilirim bu kitaptan ve belki sıkıcı olmuştur bu yüzden. Ama inanın anlattıklarım devede kulak bile değil. Bence bulun ve okuyun bu kitabı. Sadece 243 sayfa ve biraz vaktiniz varsa bir günde bitirebilirsiniz. Yazarın verdiği bilgiler kesinlikle çok önemli ve kitap şu cümlelerle ve şu güzel temenniyle bitiyor:
“Bir insanın dost mu düşman mı olduğunu anlamak için gerekli bütün araçlar artık elinizde. Dışarı çıkın ve onları akıllı bir şekilde kullanın. Bir daha da kimsenin yalanlarının kurbanı olmayın!”(s.234)
Beden dili ve yalanla ilgili birkaç kitabım daha var okumayı planladığım. Bitirmeden önce buradan beni bu kitaplarla tanıştıran Yavuz Hocamıza da çok teşekkür ediyorum. Ve haftaya yeni bir kitapla görüşmek dileğiyle diyorum.
Eğer hikâyelerimi okumak istiyorsanız buradan ücretsiz üye olabilir,
her gün yazılan yüzlerce yazıdan notlar alabilir ve beğendiğiniz yazıları listeleyebilirsiniz. Hatta isterseniz siz de yazmaya başlayabilirsiniz.
01.10.2020 tarihinden beri burada her hafta yeni bir yazı yazıyorum ve artık biraz dinlenmek adına bu artık yılın özel günü olan 29 Şubat’tan itibaren yeni bir podcast yayınlamaya başladım. Youtube dahil bütün podcast platformlarından Hesap Kitap ismiyle de bana ulaşabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder