4 Temmuz 2024 Perşembe

Bir Köpeğin Araştırmaları

 

Bir Köpeğin Araştırmaları, Kuyruğundan Anlamak ve Euro 2024 Kurallarını Kim Üretiyor?

Franz Kafka’nın bu kitabını duymuştum daha önce ama gözüme çarpmamıştı hiçbir yerde. Geçen bir kitapta da bahsetmiştim ya hani Kafka krizim geldi diye, işte o günlerde gördüm bu kitabı. Benim elime geçen kitap Kırmızı Kedi Yayınları tarafından basılmış ve Mehmet H. Doğan tarafından çevrilmişti.



Hemen aldım ve okumaya başladım. 52 sayfadan oluşuyordu, başladığım gibi de bitirdim diyebilirim. Yine değişik, orijinal, farklı bir kitap. Kafka severler zaten okumuştur muhtemelen. Okumadıysanız da umarım bu bölümü dinledikten sonra okumak istersiniz. Şöyle bir alıntıyla başlıyorum hemen:

“Gençliğimdeki bir olayı hatırlıyorum şimdi; herkesin çocukluğunda mutlaka yaşamış olduğu o anlatılamayacak kadar mutlu heyecan anlarından birindeydim o zaman; bir eniktim henüz, her şey hoşuma giderdi, her şeyle ilgilenirdim; önderi olduğum, sesimi katmam gereken, koşup durmasam, kuyruk sallamasam belki de zavallı bir halde bir kenara atılacak olan birtakım büyük şeylerin geçtiğine inanırdım etrafımdan -olgunluk yıllarında kaybolan çocukça hayaller. Ama o zamanlar güçlüydüler, tamamen onların büyüsü altındaydım ve çok geçmeden sahiden de bir şey oldu: benim delice bekleyişlerimi sanki doğru çıkaran olağanüstü bir şey. O vakitlerden sonra birçok kez buna benzer çok şey, hatta daha da dikkate değer şeyler görmüş olduğum için bu olay pek olağanüstü değildi, ama o zaman, bir ilk izlenimin bütün gücüyle çarpmıştı beni: İzi hiç kaybolmayan ve ileriki davranışlarımızın birçoğunu etkileyen izlenimler olur hani. Kısacası, küçük bir köpek topluluğuyla karşılaştım, karşılaşmak da denmez buna, önümde beliriverdiler. Bu olayın öncesinde, büyük şeylerin önsezisi içinde bir süredir karanlıkta koşmaktaydım -her zaman böyle bir önsezim olduğundan, pekâlâ asılsız da olabilirdi bu.” (s.7,8)

Kitabın adı “Bir Köpeğin Araştırmaları” ve köpeğin ağzından okuyoruz, onun gözüyle görüyoruz her şeyi. Jack London’ın meşhur “Beyaz Diş”i gibi, ama tabii ki onun gibi bir kitap değil. Buradaki köpek çok daha insansı mı diyeyim, akıllı mı demek gerekir, da yanlış olur sanki ama farklı diyeyim en doğrusu. Biraz da kaçamak yoldan bu olur. Bu köpek sanatçılarla karşılaşıyor, sanatçılar dediğim diğer sokak köpekleri ve ondan sonra hayatı tamamen değişiyor. Söylediği gibi çok güzel çıkarımlar yapıyor. Bir köpek gözünden, aslında her şey hoşuma giderdi diyor ya orada mesela, orası benim hoşuma gitti gerçekten. Çocukların böyle görürsünüz, gerçi artık onların ellerinde de hep tabletler, telefonlar. Ama eskiden diyeyim, ben en azından böyle. Hiç olmayacak değişik şeylere farklı tepkiler verirler. Her yeni şey hoşlarına gider, gözlerini dört açarlar, bakarlar falan. Bu etkileyici bir görüntüdür. Keşke dersiniz o heyecan, o istek bizde de olsa. Nereye gitti bu merak, onu işte sorgulamak lazım. Böyle kitaplar belki o işe yararlar. Hikayemiz şöyle devam ediyor, şöyle bir alıntım var:

“…Sonra bir duraklama oldu, çünkü o kadar bitkin, bozguna uğramış ve güçten düşmüştü ki herkes, daha fazla dinleyemezdi; bir duraklama oldu ve ben, yedi küçük köpeği tekrar aynı hareketleri yaparken, sıçrarken gördüm; benden uzak durmalarına rağmen onlara bağırmak, beni aydınlatmaları için yalvarmak, ne yaptıklarını sormak istedim -küçük olduğum için herkese her şeyi sorabileceğimi sanıyordum- ama daha ağzımı açmamıştım, yedi köpeğe yeni yeni köpeksi yakınlık duymaya başlamıştım ki, müzik yeniden başladı, aklımı başımdan aldı, sanki onların bir kurbanı değil de müzisyenlerden biriymişim gibi beni de yuvarladı o dairelerin içine…”(s.10)

İşte az önce o tanıtmaya çalıştığım yedi köpeği çok güzel anlatıyor burada Kafka. Onların karşılarına çıkması ve “küçük olduğum için her şeyi sorabileceğim sanıyordum” demesi o işte küçüklüğün toyluğun, tecrübesizliği verdiği bir özgürlük de var aslında. Yani tecrübe her zaman iyi bir şey değil ya da yanlış tecrübe diyeyim. Sizin elinizi kolunuzu bağlayan, içinize korku salan da bir tecrübe var hayatta, öyle bir çeşit. Gerçi ona tecrübe denir mi, tecrübe mi denir ona farklı bir adı olsa gerek, şu an bulamadım doğru tanımı ama o küçüklerin o pervasızlığı var mı diyeyim biraz da fütursuz bir özgüven, lakin işe yarıyor. Herkese her şeyi sorabileceği düşünmek güzel bir özgürlük, onu sorabilmek de aynı zamanda. Burada da o küçük köpeğimiz bunu yaşamış ve şöyle devam ediyor:

“Daha önce de söylediğim gibi, bu küçük olayda fazla dikkate değer bir şey yok; uzun bir hayat boyunca, kendinizi diğer olaylardan yalıtıp bir ufaklığın gözüyle baktığınızda çok daha şaşırtıcı şeylerce karşılaşırsınız. Ayrıca, bir şeyi ve onunla ilgili daha birçok şeyi -o iğneli halk deyimiyle- ‘tamamen kuyruğundan anlamış’ da olabilirsiniz tabii, böylece, bunun yedi müzikçinin sabahın sessizliğinde müzik çalışmak için toplanmalarından başka bir şey olmadığı, bu arada gencecik bir köpeğin sürüden ayrılıp ortaya fırladığı, öbürlerinin onu korkutarak ya da yüce bir müzikle kovmaya çalıştıkları, ama ne yazık ki başaramadıkları söylenebilirdi.”(s.13)



 

Bu da olayın diğer bakış açısı ya da tarafsız bakış açısı da denilebilir. Diğer o yedi köpek tarafından nasıl algılandığı. Bizim az önce okuduğumuz o büyüleyici muhteşem atmosfer aslında gayet sıradan, basit bir olay da olabilir kimilerine göre. Burası da bana nedense Şebnem Ferah’ın o efsane şarkısı “Sigara”nın sözlerini hatırlattı, o nakaratını hatırlattı: “Sen kibritin o hiç yanmayan”. Buraya koyabilirsem onu koyayım mı acaba? Koysam mı böyle şarkıları, şeyleri de araya koyunca telif hakkı bakımından sıkıntı olur mu? On saniyeden kısa sürecektir gerçi ama yine de bilmiyorum. Ne alakası var peki bununla diyeceksiniz. Yani bilmiyorum, çünkü ben buradaki köpeği o işte kül olmuş o aşığa benzettim. Diğer o müzisyen, şarkı söyleyen, o havlayan köpekler ise bambaşka bir dünyada. Yani onlar o kibritin yanmayan ucundaki, o kafası rahat olan, o gamsız, aşık olunan tarafı temsil ediyor gibi geldi bana. Şöyle bir alıntıyla devam edeyim:

“Okul hayatım kısa sürdü, çünkü çok küçük yaşta anamın bakımından ayrıldım, çabucak bağımsızlığa alıştım, özgür bir hayat sürdüm, zamansız bağımsızlık ise sistemli öğrenmenin düşmanıdır.”(s.23)

Şimdi sanırım bu cümleyle neden Beyaz Diş’ten farklı olduğunu, kitabımızdaki köpeğin kurulan cümleye bakın: “Zamansız bağımsızlık, sistemli öğrenmenin düşmanıdır,” diyor bir filozofmuş gibi. Zaten bu benzer görüşler de günümüzde sık sık ortaya atılıyor. Bağımsızlık, bağımsızlığın aslında korkunç bir şey olduğu, gerçekten insanlar bağımsız olurlarsa ne yapacaklarını şaşıracaklar. O yüzden insanların çalışmak zorunda olduğu, sürekli bir meşgale, sürekli bir çarkın içinde dönmeleri, fare çarkı mı diyorlardı, fare kapanı mıydı, fare yarışı mı? Evet, bunları yazsam aslında çok güzel bağlayabilirim ama böyle olduğu gibi anlatmaya çalışınca gelmiyor aklıma hepsi. Bu yüzden diğer alıntıma geçiyorum:

“Doğru bilgi, uyulması gerekli kuralları verir ama onları şöyle ucundan ve kaba hatlarıyla da olsa yakalamak hiç de kolay değil; gerçekten yakalanabilseler de, gerçek güçlük yine de çözülmüş olmaz: Onları yerel koşullara uygulamak gerek -iş buraya gelince kimseden yardım bekleme, geçen her saat yeni görevler getirir beraberinde, her yeni toprak parçası kendine özgü sorunlar. Hiç kimse her şeyi ebediyen yoluna koyduğunu, bundan böyle hayatının kendiliğinden sürüp gideceğini ileri süremez: hatta, ihtiyaçlarım, kelimenin tam anlamıyla günbegün azalmasına rağmen, ben bile. Öyleyse bütün bu sonu gelmez çalışma hangi sona varmak için? Yalnızca her gün biraz daha derin sessizliğe gömülmek için sanki: bir daha hiç kimsenin hiçbir zaman kendini içinden çekip çıkaramayacağı derin bir sessizliğe.”(s.30,31)

Kafka’nın yine mesai saatlerinde yazdığını düşündüğüm, içten sıkılıp kaleme aldığını zannettiğim o cümleleri: “Benim bile ihtiyaçlarım günbegün azalmasına rağmen sürekli bu çalışmalarımın artması ve hiçbir zaman her şeyi yoluna koyamayacağım.” Bu da çok doğru, her zaman beklenmedik sürprizler. O ilaçlarda o prospektüste yazan yan etkiler gibi, her zaman hayatta da yan etkiler oluyor. Bütün bunlara bir önlem alamazsınız ve Kafka da bütün bunları bir köpeğin ağzından yazıyor. Acaba bize şey mi demek istiyor? Yani bunu artık hayvanlar bile görüyor, bunun farkında. Siz ne yapıyorsunuz? Gibi mi sorguluyor? Bu da şimdi geldi aklıma. Şimdi geldiyse demek ki böyle değildir diyerek devam ediyorum. Başka bir alıntıyla:

“Hem araştırmalarım da sekteye uğradı: Dinleniyorum, yoruluyorum, bir zamanlar heyecanla koştuğum yerlere şimdi isteksiz isteksiz seğirtiyorum; ‘Dünya bu yiyecekleri nereden üretiyor?’ sorusunu sormaya başladığım günleri düşünün. O zaman gerçekten halkın arasında yaşar, kalabalığın en koyu olduğu yerlere doğru kendime yol açar, çalışmalarımı herkesin bilmesini ve dinleyicim olmasını isterdim; dinleyicilerim, yaptıklarımdan önemliydi benim için; nasıl olursa olsun bir etki uyandıracağımı umardım ve tabii bu da çok heveslendirirdi beni; şimdi yapayalnızım, geçti artık o heves. “(s.35)

Köpeğimizin de kitapta sorduğu belli başlı sorulardan biri de bu: Dünya bu yiyecekleri nereden üretiyor? Bunu öğrenmeye çalışıyor aslında. Bir yandan araştırmalarım dediği, biraz bu sorunun cevabı niteliğinde ve bir zamanlar heyecanla koştuğum yerlere şimdi isteksiz isteksiz seyir diyorum. Bu cümle de benim çok hoşuma gitmişti. Hepimiz öyle, bir zamanlar büyük bir hevesle yaptığımız işleri, yaptığımız şeyleri, eylemleri her ne olursa bir yerden sonra, özellikle görev gibi olursa, o isteksizce yapmaya başlıyoruz. Canımız istemiyor onu yapmak. Bence bu soru, yani daha önemli. Dünyadaki bu yiyecekler nereden geliyor sorusundan ama sanki birbiriyle de bağlantılıymış gibi. Bu yiyecekler nereden üretiliyor yerine biz bu isteği nereden üretiyoruz gibi düşünebiliriz. Bu şekilde bir araştırma belki yapılabilir. Günümüzde ki yapıyordur kesinlikle bilim adamları şu an zaten. İşte bütün teknoloji nasıl daha çok sosyal medyada zaman geçiririz, nasıl daha çok dizi seyrederiz, film seyrederiz, futbol maçının başından kalkmayız gibi konularda araştırmalar yapıyorlar. Tıpkı bu köpek gibi, o bitmeyen isteğimizi sürekli hep diri tutmak. Her zaman yeni bir… İşte futboldan örnek vermem biraz ona benziyordu. Şu an mesela Avrupa Şampiyonası devam ediyor. Ben bu kaydı aldığımda, hatta dün çeyrek finale çıktık. Avusturya’yı yendik, çok güzel bir maçtı. Sonra ama işte yarı finale çıkacağız inşallah diye umut ediyorum. Hollanda’yı yenersek çeyrek finalde, yarı finalde de ya İtalya… İtalya nereden çıktı? İtalya çoktan elendi. Mesela bizim başımızda bir İtalyan hocamız var, Montella. Helal olsun, o da çok iyi iş çıkardı şu ana kadar. Ya İngiltere gelecek, ya İngiltere’nin rakibi kimdi? O da bir sürpriz yapan takım. İsviçre’yi sanırım. Eğer Hollanda’yı elerse, yarı finalde İngiltere ya da İsviçre’den biri. Çok güzel bir kura. Şansı demek istemiyorum ama güzel bir yol. Yani çıkılabilecek bir yol. Bunları da yenersek finalde muhtemelen Fransa. Almanya, ev sahibi Almanya’nın büyük bir avantajı olduğunu düşünüyorum ben ama belli de olmaz. Fransa da gelebilir ya da İspanya. İspanya gelirse de sürpriz olmaz. Onlar da çok formda ama Fransa’nın rakibinden çok ümitli değilim. Adını bile şu an hatırlamıyorum. Demek istediğim şey işte yani şu an işte Temmuz ayındayız. Yani normalde bütün ligler bitti ama dört senede bir olan bu turnuvalar. Bu bitiyor, iki sene sonra elemeleri olur. Elemeleri biter, Dünya Kupası, transfer dönemi. Yani bir futbol severin hiçbir boş anı yok. Sizi sürekli ekrana bağlıyorlar, sürekli. Haberlere kitlelerin afyonu diye işte boşuna denmiyor. Sürekli bu kurallar. İşte en iyi üçü diye bir şey çıktı bu turnuvada mesela. Grupta zaten dört tane takım var. Neredeyse üç tanesi çıkıyor. Bir şekilde hiç maç kazanamayan takımlar, üç beraberlikle gruptan çıkıyor. Çünkü amaç sizi sürekli oyunun içinde tutmak, sürekli o heyecanı canlı tutmak. Yani bir köpeğin araştırmaları değil bunlar ama emin olun bilim adamları bir yerlerde bunları araştırıyor. Bir tane daha uzun bir alıntım var, ona geçeyim:

“‘Kimsin sen?’ diye sordum. ‘Bir av köpeğiyim,’ diye cevap verdi. ‘Neden bırakmıyorsun burada yatayım?’ diye sorudm. ‘Beni rahatsız ediyorsun’ dedi. ‘Sen buradayken avlanamam ben.’ ‘Bir denesen,’ dedim, ‘belki de avlanabilirsin canım.’ ‘Hayır,’ dedi. ‘Üzgünüm, ama gitmelisin.’ ‘Bu gün de avlanmayıver!’ diye yalvardım. ‘Hayır,’ dedi, ‘avlanmam gerek.’ ‘Benim gitmem, seninse avlanman gerek,’ dedim, ‘hep gerekler, başka şey yok. Söyleyebilir misin bana neden bu meli’ler, malı’lar?’ ‘Hayır,’ diye cevap verdi, ‘ama söylenecek bir şey de yok ki, bunlar doğal, apaçık şeyler.’ ‘Öyle pek apaçık falan değil.’ dedim, ‘beni kovmak zorunda kaldığın için üzgünsün ama yine de yapıyorsun bunu.’ ‘Öyle,’ dedi. ‘Öyle,’ diye tekrarladım ben de, ‘ama cevap değil bu. Hangi fedakârlığı yapmak isterdin: Avlanmaktan mı yoksa beni kovmaktan mı vazgeçerdin?’ Hiç ikirciksiz, ‘Seni kovmaktan,’ dedi. ‘Tamam,’ dedim, ‘kendi kendinle çeliştiğini görmüyor musun?’ ‘Nasıl çelişiyormuşum kendi kendimle?’ diye cevap verdi. ‘Benim sevgili köpekçiğim, gerçekten nasıl olur da anlamazsın benim için zorunlu olduğunu bunun? EN besbelli, en apaçık olayı nasıl olur da anlamazsın?’”(s.48)



 

İşte bu diyaloğu çok beğenmiştim. Her ne kadar okurken biraz seslendirmeleri güzel yapamasam da Akın Altan bu konuda çok iyidir. Onu dinliyorum sürekli, hikayelerini. Onun sıkı bir takipçisiyim aslında ama tabii dinlemekle onun gibi olamıyorsunuz. Bu arada tıpkı onun gibi benim de bir arkadaşım YouTube’da kitap seslendirmeye, hikayeler okumaya başladı. KitabinSesi24 diye bir kanal ismi var. Daha henüz çok yolun başında olduğu için böyle benim gibi YouTube’dan sesli kitapları, sesli öyküleri de dinlemeyi sevenler varsa aramızda, mutlaka kanala bir göz atmasını tavsiye ederim. Aynı zamanda ne zamandır zaten bahsetmek istiyordum, sadece böyle denk gelmiyordu konuyla ilgili. Bir YouTube demişken, bir arkadaşım var, Azra Akbulut. kitapfilozoflari diye bir kanalı var. Instagram’da da yine aynı isimde. 197 tane videosu varmış, ben çoğunu seyrettim onların. Kendisi milli bir sporcumuz da aynı zamanda. İlham veren bir hayatı var, yani gerçekten sade. Sadece onun yaptıklarına bir baksanız kesinlikle size de ilham verecektir diyeyim ve kitabımızın son cümlesine geçeyim:

“Özgürlük! Şüphesiz, bugünkü olasılığı ile özgürlük, acınası bir şey. Ama özgürlük yine de, kazanılmış bir şey ne de olsa.”(s.52)

Demiş Kafka ve bitirmiş. Bence güzel, değişik, ufuk açan bir kitaptı benim açımdan. Ne kadar aktarabiliyorum ama en azından size çok güzel iki tane YouTube kanalı önermiş oldum diye kendimi avutuyorum. Bence o açıdan dolu dolu bir bölüm oldu. Yani her zaman podcast önerecek değilim. Arada böyle YouTube kanalları, filmler, diziler. Bu dönem pek dizi seyretmiyorum ama futbol maçlardan bile konuştum. Dünkü seyrettiğim o muhteşem maçın etkisi hala üzerimizde. Çünkü Merih’in golleri, Ronaldo vari sıçrayışı güzeldi. Yani o eksiklere rağmen tam bir takım oyunu. Mert’in son dakika kurtarışı. 0.96 gol beklentisi olan bir vuruşması da çok sağlam. Tam günümüzün ihtiyaçlarına yönelik bir kaleci oldu Mert. İnşallah Hollanda maçı da böyle güzel geçer. Çok riskli aslında bu yaptığım, farkındayım. Böyle güncel konulara girmemeye çalışıyorum ben ama girdik bir kere artık. Böyle ayda yılda bir doğaçlama yapınca o da oluyor ister istemez. O açıdan da kusuruma bakmayın. Öyle zamansız yayınlar diye çıtayı çok yükseğe koydum ama çok mümkün değil. Böyle bir metin olmadan konuşunca illaki güncel konulara da giriyor insan. Neyse bir kitabı daha bitirdik.






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder